Kadastro tespit tarihinden sonra, kadastro tespitinden önceki bir sebebe dayanılarak dava açılması için 10 yıllık hak düşürücü süre vardır. Bu süre kanuni bir süredir ve kadastro tespitinin kesinleşmesiyle başlar.
Fakat muris muvazaası söz konusu ise, muris; mal kaçırma kastı ile taşınmazlarını kadastro tespiti esnasında başkaları adına tescili sağlanmışsa, 10 yıllık hak düşürücü süre işlemez. Zira burada, kadastro öncesi değil kadastro sonrası bir sebep söz konusudur. Murisin, kadastro tespitinden sonra vefat etmesi de ayrı bir noktadır.
DAVA : Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine dair olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Senem Altınbulak’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;
KARAR : Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmazsa tenkis istemine ilişkindir.
Mahkemece, 3402 Sayılı Kanunun 12/3. maddesi gereğince 10 yıllık sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacıların mirasbırakanı babaları O. B.’ın 16.6.1998 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı kızları E. ve B. ile davalı oğulları İ. ve H.’i, ayrıca dava dışı kızı Z.’yı bıraktığı, davaya konu taşınmazlardan 2667 parsel sayılı taşınmazın senetsizden 16.4.1985 tarihinde 1/2’şer paylarla davalılar adına, davaya konu olan diğer 14 parça taşınmazın ise tapu kayıtlarına dayanarak 16.4.1985 ve 4.4.1991 tarihlerinde yine 1/2’şer paylarla davalılar adına kadastro tespiti sonucu tescil edildiği kayden sabittir. Davacılar, mirasbırakanlarının kız çocuklarından mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak taşınmazların tamamını satış göstermek suretiyle davalı oğullarına temlik ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.
Hemen belirtilmelidir ki, muris muvazaası iddiasına dayalı davaların, terekeye karşı yapılan haksız fiil niteliğini taşıdığından herhangi bir zamanaşımı veya hak düşürücü süreye tabi olmaksızın her zaman açılabileceği, dava hakkının murisin ölümüyle ortaya çıkacağı kuşkusuzdur. Başka bir anlatımla muvazaalı işlem hiçbir hüküm doğurmaz ve muvazaa nedeninin ortadan kalkması ya da bir zamanın geçmesi ile görünürdeki batıl işlem geçerli hale gelmez. 1.4.1974 gün 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi davacı mirasbırakanın halefi olarak değil, miras hakkının çiğnenmesinden ötürü zarara uğrayan kişi olarak ve kendi miras hakkına dayanarak dava açmaktadır. Kadastro Kanununun 12/3. maddesi hükmünde öngörülen hak düşürücü sürenin uygulanmasında murisin ölüm tarihi büyük önem taşır. Anılan yasal düzenlemeye göre, kadastro tespit tutanağında belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilemez ve dava açılamaz. Başka bir ifadeyle anılan sürenin ancak hakkın kadastro tespit tutanağının tanzim tarihinden önce doğması halinde uygulama imkanına kavuşur. Tutanağın tanziminden sonra doğan haklara dair açılan davalarda uygulama yeri yoktur. Mirasbırakanın ölümü ile tereke intikal eder ve terekenin açılmasıyla mirasçılar tereke üzerinde hak sahibi olurlar.
Somut olayda, kadastro tespitinin 16.4.1985 ve 4.4.1991 tarihlerinde yapıldığı, mirasbırakanın ise tespitten sonra 16.6.1998 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır. Buna göre, 3402 Sayılı Kanunun 12/3. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin olayda uygulanamayacağı tartışmasızdır.
Hal böyle olunca, mirasbırakanın ölüm tarihi gözetildiğinde, işin esasına girilerek inceleme ve araştırmanın yapılması, davaya konu taşınmazların kadastro tespitine dayanak alınan tapu kayıtlarının ilk tesisinden itibaren tüm tedavülleriyle birlikte getirtilmesi, mirasbırakan tarafından davalılara yapılan temliklerin tespit edilmesi, tanık beyanları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.
SONUÇ : Davacıların temyiz itirazları açıklanan sebeple yerindedir. Kabulüyle hükmün (6100 Sayılı Kanunun geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 Sayılı HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene iadesine, 17.9.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.